15 Haziran 2008 Pazar

“BEN ÖYKÜCÜYE ÖYKÜCÜ DEMEM ÖYKÜCÜ BENDEN OLMAYINCA”

Hece Öykü’nün birinci sayından itibaren bölümler halinde yayınladığımız “Öykücüler ve Öykü Kitapları Sözlüğü”, nihayet aynı derginin 26. sayısında yayınlanan son bölümüyle tamamlandı.
Hece Öykü’nün birinci sayısı Şubat 2004’te, 26. sayısı ise Nisan 2008’de yayınlandığına göre demek ki bu sözlüğün sadece yayını için Hüseyin Su ile birlikte tam dört yıl, iki ay harcamışız.
Ben kendi adıma harcadığım zamandan müşteki değilim, Hüseyin Su’nun da müşteki olmadığına eminim. Çünkü 1890-2008 yılları arasında öykü kitabı yayınlamış 1.202 öykücüyü, 3.173 öykü kitabını ve o kitapların içerdiği öyküleri bir araya getirdik. Diğer bir söyleyişle bir çok konuda olduğu gibi yerli hikaye ve öykü konusunda da yoğun olarak yaşadığımız belge ve bilgi kaybını –gücümüz ve imkanlarımız ölçüsünce- gidermeye çalıştık.
Evet, “Öykücüler ve Öykü Kitapları Sözlüğü”müz bitti. Ama ne ben çalışma koltuğuma yaslanıp dinlenmeye geçtim ne de Hüseyin Su’nun öykü koşusu tamamlandı. Çünkü hayat devam ediyor, Hece Öykü çıkıyor, öykü ortamındaki dinamizm de sürüyor. Hüseyin Su’nun dergi yayıncılığından usanacağını hiç sanmıyorum. Bana gelince, öykü ortamında saplantı haline dönüşmüş iki konu var ki onlar yüzünden karamsarlığa düşürüyorum:
1-Genç öykücüler üstüne eleştiri yapılmıyor; eleştirmenler usta öykücüler üstüne eleştiri yazarak günü kurtarıyor; üstelik yapılan eleştirilerin büyük bölümü de nesnel olmuyor.
2-Eleştiri ya da öykücüler üstüne değerlendirme yapanlar sol bir ahlaka sahip şu öykücüleri görmedikleri için öykü serüvenimize sağlıklı bakamıyorlar; onlar nesnel bir bakış açısını kuşanmalı ve o öykücüleri de mutlaka konuşmalılar, yoksa çabaları boşuna bir çaba olacaktır.
İki konu dedim ve yukarıda öyle verdim ama aslında konu iki değil bir. Çünkü ikisinde de sonuç “ideolojik ve ben-merkezci” bir adrese çıkıyor.
Şöyle ki, yeni öykü kitabı yayınlamış -kendine göre solcu- bir öykücü, kitabının davul zurma eşliğinde karşılanmasını, hani ciddi eleştiri yazılmasa bile en azından kitap eklerinde kendisine sayfalar ayrılmasını, bu sayfalarda fazla yazı olmasa da kapak-oğlanı ya da kapak-kızı misali boy boy fotoğraflarının sergilenmesini istiyor.
Peki bu hükme nereden varıyorum? Şuradan: Özellikle son beş yıldır yaklaşık elli öykücü her yıl öykü ortamına dahil oluyor, hatta bunlar belirttigim süre içerisinde ikinci, üçüncü kitaplarını yayınlıyorlar. Kendi kitabının görülmediğini ya da ilgili mevkutelerde yeterince öne çıkarılmadığını düşünenler zikrettiğim gerekçeleri öne sürerken öykü ortamına birlikte dahil oldukları sol ahlaka sahip üç beş iyi öykücünün arkasına sığınarak konuşuyorlar. Hani “İzzet Kılıçlı, Fahri Erdinç, Özcan Ergüder, Sulhi Dölek, Şiir Erkök Yılmaz, Salim Şengil, Yurdaer Koca, Ahmet Yurdakul, Naci Girginsoy vb. unutulmaya terkedildi, bunlar üstüne ivedilikle durulmalı; kitaplarına erişebildiğimiz tüm öykücüler üstüne konuşmayı prensip haline getirmezsek biz de yakin zamanda unutulanlardan oluruz” deseler tezleri bir geçerlilik kazancak ama onların gözleri kendilerinden başkasını görmüyor ki tutumları vefadan, ahlaktan, samimiyetten ve izandan bir kırıntı taşısın.
İkinci konu da doğrudan buna bağlanıyor.
Şundan ki, saplantı sahipleri yine sol ahlakıyla tanınan Fakir Baykurt, Bekir Yıldız, Osman Şahin gibi artık sol eleştirmenlerin bile konu edinmekten kaçındıkları öykücüleri zikrediyorlar. Sadece zikretseler iyi, bir de onların üstünde durmayan yazarları nesnel olmamakla, öykü tarihini kuşatamamakla, sakat bir bakış açısına sahip olmakla suçluyorlar.
Bunların sabit fikirlerinden ve hiddetlerinden öyle anlaşılıyor ki yerli öykücüleri daha yeni tanımaya başlıyorlar ve geç tanımanın şaşkınlığını onları putlaştırarak perdelemeye çalışıyorlar. Eğer böyle olmasaydı yerli öykücülüğün putlaştırdıkları sol ahlaklı birkaç öykücüden ibaret olmadığını, öykücülüğümüzün hikayesinin onların konuşulmasıyla tamamlanmış olmayacağını çoktan idrak etmiş olurlardı. Hatta biraz da cesaret gösterip Fakir Baykurt, Bekir Yıldız, Osman Şahin, Sevgi Soysal onca önemli de Şevket Yücel, Naim Tirali, Kamuran Şipal, Nursen Karas niye bunca önemsiz? diye sorarlardı kendi kendilerine; asgariden edebi bir edep, had ve ahlak sahibi olabilmek için, sol bir ahlaka sahip Feyyaz Kayacan’ı, Fikret Ürgüp’ü, Nail Güreli’yi, Sabahattin Kudret Aksal’ı, Kerim Korcan’ı, İbrahim Yıldırım’ı, Mehmet Semih’i, Faik Baysal’ı, Necati Merti’i, Nahit Eruz’u, Cihat Burak’ı, Samim Kocagöz’ü, Dursun Akçam’ı ve daha nicelerini tanıyacakları muhtemel zamanları beklemezler ve onların da konuşulacak öykücüler listesinde olmasını isterlerdi.
İşte sözünü ettiğim bu saplantılar ve bu saplantıların nitelikli dergilerde de yer almaya başlamasıdır beni karamsarlığa düşüren. Elbette “biz adam olmayız” muhabbetine girerek olumsuzluktan ille de olumlu sonuçlar ürtemeye çalışacak değilim. Öykücülüğümüz konusundaki yaygın cehaletin ve bu cehaletten beslenen ideolojik şartlanmaların, eleştirmenler için siyasi yön okları dikmelerin, künhüne vakıf olunmamış nesnellik, objektiflik, bakış açısı gibi ağız dolduran teknik sözcüklerle süslenerek “ifşaa” boyutuna taşınması beni edebiyatımız genelinde ve öykücülüğümüz özelinde karamsarlığa itiyor. Bu nedenle yarını da geleceği de aydınlık içinde düşünemiyorum.
Onca yıldır, şunca emekle yazıp çizmenin cahiller güruhunu zerre kadar etkilemediğini, edebiyatımızın solcusuyla, sağcısıyla, müslümanıyla ortaklaşa oluşturulmuş, içinde yeraldığımız coğrafyaya mahsus bir edebiyat olduğunu o cahiller güruhuna hâlâ anlatamadığımızı ve hâlâ malum güruhun “Ben öykücüye öykücü demem, öykücü benden olmayınca” teranesini “Ben yazara yazar demem solcu öykücüleri yazmadıkça” terasinesiyle pekiştirerek ciddi dergilerin sayfalarında boy göstermelerini üzüntüyle izliyorum.
İşte bu nedenlerle karamsarım.
Ama sadece ve şimdilik karamsarım.
Çünkü, edebiyata siyaset üstü bir değer yükleyen gerçekten sol ahlaka sahip akıllı insanların ve edebiyatımıza bu ülke insanının ortak birikimi olarak bakan dergi sorumlularının bu gidişata “dur” diyeceklerini umuyorum.
ÖMER LEKESİZ

(EŞİK CİNİ’NİN 15. -MAYIS / HAZİRAN 2008- SAYISINDA YER ALAN BU YAZI, DERGİNİN OKURA ULAŞTIĞI TARİHLE EŞZAMANLI OLARAK EDEBİSTAN SİTESİNDE GÜNCELLENMİŞTİR)

Hiç yorum yok: