15 Haziran 2008 Pazar

ÖYKÜ İLE HİKAYE ARASINDA “KEBİKEÇ” / YILMAZ YILMAZ

Bilmiş/Kebikeç, Ceyhun Emre Teoman– Şule Yay. Ocak 2007
Sözü örtülü söyleme geleneği şiirimizde en güzel ifadesini divan şairlerinin eşsiz söyleyişinde bulmuştur. Yunus Emre, her ne kadar halkın anlayacağı bir söyleyiş biçimini benimsemiş olsa da, şiirlerindeki örtülü anlam aslında onun divan şairlerinden hiç de eksik kalır yanının olmadığını, hatta bir kısmını aştığını dahi rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten Risaletün Nushiyye, bunun en güzel örneğidir.
Öykü ya da roman, şiire kıyasla, daha açık bir anlatım biçimini benimser. Şiirde aslolan imgelerle zihin haritasında tasavvurlar oluşturmaktır, öyküde ise imgeden ziyade “anlatma” ya da “tahkiye” ile tasavvurlar oluşturulur okuyucunun zihninde. Şiir, yapısı gereği, çoklu okumalara müsait, yorum kadrajı geniş bir tür iken, öyküde durum pek de öyle değildir. Öykü söylemek istediğini doğrudan veren, lafı dolandırmayan, okuyucuya imgeye dayalı anlatımla yormayan bir yapıya sahiptir. Amiyane tabirle, öykü düz anlatımdır.
Klasik tabirle bir düzyazı örneği olan öykü, şiirsel söyleyişe açıktır ancak bu anlatımı kıracak derecede ise zaten okunan metnin kuramsal anlamda öykü olduğunu söylememiz mümkün değildir. Yani şiire oldukça açık bir öykünün ne anlattığından ziyade ne hissettirdiği devreye girmektedir. Doğu kültürünün bin bir nükte ve hikmetle süsleyerek, bezeyerek ortaya koyduğu mesel, kıssa ya da halk hikâyesi geleneğinin post-modern edebiyat bağlamında yerini kıssadan salt hisseye devretmiş olması öykü-hikâye ikilemini de beraberinde getirmiştir zaten. Öyküye içsel, hikâyeye de klasik anlatı yazısı demek de en büyük yanılgı olmalıdır… Başta, salt hikâye kelimesine Türkçe söyleyiş olarak kullanılan ve zamanla kendine has bir birikim ve oluşum yakalayan öykü, aslında hikâyeden pek de farklı olmasa gerek…
Ceyhun Teoman Emre’nin Şule yayınlarından çıkan Bilmiş/Kebikeç’i de bu tür sıkıntılarla sunulmuş okuyucuya… Temel izlek olarak dönüşüm, ya da tasavvuftaki seyr-i sülûk, yolculuğunu anlatan iki uzun öyküden oluşuyor kitap. Sanırım ilk sıkıntı daha başta kitabın tür olarak yaslandığı kelimeden kaynaklanıyor. Gelenek damarından beslenen, tasavvufi cezbeyi, insan-ı kâmil yolculuğunu ya da Yunus’un “kendini bilme” keyfiyetini anlatan kitap, salt referans aldığı kaynaklar göz önüne alındığında bile bir “öykü” değil hikâyedir. Bu; öykü kelimesini, yazarın ya da yayınevinin aslında pek de bilinçli bir tercih olarak seçmediğini, hikâyenin anlamdaşı niyetine, modern söyleyişi niyetine seçtiği intibasını uyandırmaktadır.
Mahruk Baba adlı kitabıyla hatırlıyoruz Ceyhun Emre Teoman’ı. Tasavvufî terminolojisi ve neşveyi bir neyzenin hayatı üzerinden ustalıkla kurgulamış ve okuyucuyu sıkmadan, sıkıntıya düşürmeden bu işin altından kalkmıştı. Ne ki Bilmiş/Kebikeç gerek biçem olarak gerek göndermelerde bulunduğu kaynaklar ve kişiler olarak beyin cidarlarını zorlayan, azlasıyla öznel, içsel bir kitap olmuş.
Yukarıda da temas ettiğimiz örtülü söyleme geleneğini Mahruk Baba’da resme boyanın yedirilmesi gibi hissettirmeden verirken nedense Bilmiş/Kebikeç ’te bunu başaramamış.
Kitabın bir başka açmazı da haddinden fazla iç monologlara başvurması… Durum ya da kesit öykülerinde sıkça kullanılan bu teknik öykü yazarının öykü yazdığını unutmadan kullanmasıyla başarıya ulaşır. Haddizatında öykü bir “kurmaca” metin olduğuna göre yazarın yoğunlaştırılmış dile, damıtılmış söyleme, yani şiirsel imgeye, sıklıkla başvurması metni “kurmaca” olmaktan, yani öykü olmaktan, uzaklaştırır.
Kitap iki bölümden oluşuyor; Bilmiş ve Kebikeç. Bilmiş yukarda da söylediğimiz gibi tasavvufi referanslarla, göndermeler yüklü bir metin, ne ki öykü olmaktan çok uzak. Bilmiş, bildiğinden sıyrılarak, bilgi elbisesinden soyunarak yola revan olmalı, bu hâl insanı olmanın birinci adımı… Günaha tövbe de denebilir bir bakıma bu birinci adıma, arınma kurnası da… Yazarın, insan nefsi, ben’i olarak tarif ettiği Bilmiş ’e seyr boyunca iki can yoldaşlık edecektir. Hu sırrını mündemiç Derviş ile Hüve sırrını mündemiç Ermiş… Yolun sonunda nihai hedef, Bilmiş ’in Derviş’e inkılâp etmesi ve Ermiş’te karar kılması…Tasavvuf literatürünü bilen okuyucuya hitap ediyor kitap. Tabii bilinen birçok nükteyi, hikmet damlasını da barındırıyor (Meselâ sen’in “Ben” olması)

Hiç yorum yok: